ARAPOĞLU’NUN DÖNÜŞÜ
“Ay Işığı
ne arıyor
martının yarasında
Kovalayan
insan ne arıyor
Tuzsuz
rüzgar
balıksız
deniz
kış güneşi
baytar karga
ne arıyor
söyler
misiniz ne var
ne gördünüz
martının yarasında”… Süreyya Berfe
Hüzünllü bir
sonbahar günü,Mahir ofisinde düşler gemisinde idi…Son kitabı Babam Düşüyor’un
Yenikapı ile ilgili son hikayesinin
kurgusunu düşünüyordu.Arapoğlu dönüyor veya dönüşü…Yenikapı Hikayelerinin başyq
oyuncusu Can Paşa ölmüştü.Hikayeler bitmişti.Mahir bir yerinden daha yara
almıştı.Giden gidiyordu.CAan Paşa, Cek Yüksel, Bab Münir,Ddr. Yüksel,Delis
Yalçın,Maryak İsmet…Dr. Yüksel.Geride kalanlar Mavro Yüahya, Gavur
Turgut,Fedbaz Sinan, Gıdasız Erdoğan…Bambino Mahir trenin son vagonundaydılar.
Mahir Arapoğlunu yazmayı düşünüyordu. Can Paşayla Yenikapı Hikayelerini odak noktası,hani
bembeyaz vinşleks muşamba örtü ile kaplı sepetiyle taksitle lahmacun satan
kara-kuru güneydoğlu Arap çocuğu…
Lahmacuncular
bir masal mahlukuydular o yıllar.Aziz Nesin Marko Paşasında ,Şairi muazzam
Abdul Munzam ( Abdülhak Hamit Tarhan) ağzırndan çook kibar Fransızcası ile Lah
Ma Poet diye adlandırırdı lahmacunu.Arapoğlu bu muazzam eserin editörüydü.
Mavro
Yahya’dan aylık 30 TL. lahmacun taksidini istiediğinde:
“ Be birader
Can Paşa’dan al demedim mi?”
“Can Paşa
bende yok diyor Abi. Bir sürü ekonomik laflar etit,anlamadım…”
“ Öder,öder
aristokrat çocuktur”
Arapoğlu
kızmakla hüzünlenmek arasında bir duruşa geçti:
“ 30 TL
için,anlamadığım laflar ediyorsunuz hep..Aristo...ne demek abi?”
Mavro kızdı.
Elini herzaman yaptığı,hadi git be der
gibi Arapoğlu’na doğru salladı:
“ Daha
aristokrasiyi bilmeden lahmacun satıyorsun…”
Sonra hırsla
üzerindeki gri-bej karışımı Vako pardesüsünü çıkarmak istedi.. Bir kolu
takıldı.Çıkmıyor meret pardesü,kızgınlık devam Mavro’da.Bağırdı:
“ Arap
yardım etsene ulan” Mavro Yahya dev gibi… Arap
yanında yarım adam gibi… Davut ile Golyat gibiler.Büyük uğraşlarla
pandesi kurtuldu Mavronun kolundan.Şöyle
yukanıdan bir bakış attı Arapoğlu’na. Elinde takılı duran pardesüyü fırlattı :
“ Neyse
uzatma.Sat şunu,üstünü getir”
Yaşanmış
olayların kurgusunu yapıyordu Mahir.Yenikapı Hikayeleri bitmiş,acılar,hüz-
ünler,yaşlılık ,yalnızlık başlamıştı.Dile kolay elli sene önceyi kurguluyordu Mahir üçüncü kitabı
için.Nice neşeler ,bohem yaşantı,fırlamalıklardan sonra hüzün kalıyordu…Ama bu hüzün
yakışıyordu onlara...En çok acılardan ve hüzünlerden anlıyordu bu kuşak,saçları
grileşymiş durumda.Ayrıca trenin son
vagonundaki dar kapıdaki beklentileri
yüzüne kapanmıştı bir-bir.Şairin dediği “ acılardan sonra neşe gelmemişti” Büyük
romansı Tango Yapan Kız gelmemişti.Boşanmasına neden olan siyah kaküllü kız nerdeydi?Gelmeyeceğini
biliyordu Mahir. Evli iki çocuk sahibi
idi Tango Yapan Kız.Rüyasına ara-sıra giren,uzun beyaz sakallı derviş,bu kez kumsalda,beyaz
bir piyanonun üzerinde Tango Yapan Kızın
Boenas Aires’den dönerken uçak kazısında öldüğünü söylemişti, geçen gece.Şöyle
oldu rüya:
Ak sakallı
derviş,beyaz piyanonun üzerinden yere değdirdi ayaklarını,kumsala. Hafif meltem
ve minnacık dalgalar yalıyordu çıplak ayatltrını. Kumların üzerinde
yürüdü,incecek çıplak ayakları ve incecik vücudu ile. Üzerindeki beyaz tül
harmani savruluyordu hafif rüzgarda.Modern balede orta yaşlı bir balet gibiydi
Derviş. Mahir’e yaklaştı,kulağına eğildi ,birşeyler fısıdadı.Önce kıpkırmızı
oldu Mahir,sonra yeşeie çaldı,bembeyaz kesildi.Olamazdı aynı şeyleri söylüyordu
derviş. Tango Yapan Kızın öldüğünü.Kimdi bu ölüm habercisi. Ak sakallı bir
derviş mi,Yunan tragedyasından kopup gelen haberci mi? “Nerede Antigon..” diye
bağırdı Mahir.Kimse duymadı bu çığlığı.Derviş de kaybolup gitmişti.
Mahir dehşet içinde yatağından fırlamış:
“ Olamaz,olamaz
Tango Yapan Kız ,gerçek ve tek aşkım..Ölemez..” diye bağırmış. Komşu Kurmay
Albay gecenin bir vakti koşup gelmişti.
Rüyalarına
giren ak sakallı derviş güzel şeyler de söylerdi
Mahir’e. Yine geçenlerde bir akşam,aynı
beyaz piyanonun üzerinde ve aynı kumsalda eliyle “ Bırak bırak bu kadını
artık..” diyordu, kendisine kumpas kuran eski karısı için.Böylece sık-sık
rüyalarına girerdi ak sakallı Derviş.Kumsal ve piyano hiç
değişymiyordu.Dalgalar değşiyordu bazen. Hırçın oluyorlardı kış günleri,o
vakitler Dervişin aksakalı savrulur,konuştuğu anlaşılmazdı.Gecelen boyu
konuşurdu aksakallıyla. Yaşamının bir parçası olmuştu.Nelen konuşurlardı
bilinmiz.Derviş de derdini açırdı ona belki? Dervişlerin derdi olur mu? O da
bilinmez.
Ancak uzun
süredir gözükmüyordu ak kallı Derviş. Kumsal ve beyaz piyano yerinde idi,ancak
Derviş yoktu.
Böylece
kendi yalnızlığı ile haşır neşir.üstelik yalnızlığını bayağı sevmişken,kapı
vuruldu.Zayıf vuruşlu ve saygılı bir tıklamaydı…Çaykovskinin keman
konçertosunun andante
bölümünde,yaylıların susuşundan sonra,davulun hafif bir tınıyla devreye
girmesi gibi.
“ Buyurun”
Zayıf ve cılız
bir ses yanıt verdi:
“ Mahir
Beyin ofisimi?”
“ İçeri
girin”
Akşam güneşi
düşmüştü Mahir’in yorgun omuzlarına.Kapı aralandı. Eşikte kara-kuru bir hayalet
belirdi:
“ Kimsiniz
içeri girin” dedi Mahir. Hayalet geceylea birlikte yürüdü.Cılız,üşümüş,kırılgan,solgun
tipli adamı hemen tanıdı.Arapoğlu gelmişti.Yenikap’da taksitle lahmacun satan
Arapoğlu.Gözleri ışıldadı. Derin okyanuslarda sörf yapar gibi bir hızla
kucakladı Arapoğlu’nu.Buluşma çağımızın silip süpürdüğü ,bilgisayar
yalnızlıklarının çook üstünde ,konuşacak çok şeyleri olan iki dostun
yüreklerinin kenetlenmesiydi..Defalarca kucaklaşmalar, bir kez daha o yaşanamaz
hikayeleri fısıltılarla anlatıyor gibiydi.
“ Anlat
Arapoğlu” dedi Mahir.
“Ne diyeyim
Mahir Bey,iflisal ettik restoran işinde. Aksaray’dan Ruslar gidince lokantada
müşteri kalmadı.Şimdilerde gelip,lahmacun dilenen Suriyeliler aldı yerlerini.Lahmacuna da rağbet yok.
Fesbotmu diyorsunuz n’ ola? Duruma onlar hakim artık.”
“ Bırak Beyi…
Bambino ( Yenikapı yıllarında Mahir’in
adı Bambino idi. Çocuk yüzlü demek) de…Yenikapı yıllarında olduğu gibi.
Arapoğlu
saygısını yitirmemişti.1960 lı Yenikapı yıllarından bu yana insan duyarlığını
ve insana,doğaya,kuşlara olan sevgisini…
“ Mahir
Abi…” diye sürdürdü konuşmasını hüzünlü bir tonda.
“ Biz
ticareti ne biliriz. Guguk kuşu değiliz ki …ardıç ağacına tüneyelim.Bizim
yerimiz geldiğimiz bozkırlar.Oralarda ağaç yoktur.Baragan dikenleri
vardır.Nereye tüneyeceğini bilmemek ondan.
Mahir
müdahale etti.
“ Sermaye mi
lazım Arapoğlu?
Bu karşılığı
beklemiyordu anlaşılan.Birden gözyaşlarına boğularak elerine sarıldı
Mahir’in.Bu kitaplarda gözüken veya okunan Maksim Gorki veya Panait Istrati dostluğunun
yıllar-yıllar sonra Yenikapı’dan Mahiri’in ofisine taşınmış hali idi.Mahir geri
çekildi,Arap lodos dalgaları gibi
üzerine gidiyor ve dalgaların kıyıya ulaşan şevkiyle ellerini öpmek istiyordu
Mahir’in.Eskilerden kalan duygusal bir
gençliğin kendi biçiminde küçük bir göstergesiydi belki? Temelini 68 kuşağı ie Mahirler atmıştı,onlar ve sonra
gelen kuşak savaşı kaybetmişler,telef olmuşlardı amma,dostlukları hiçbir yere
bu denli içten yazılmamışı.Ulaşamadı Mahir’in ellerine Arapoğlu:
“ Yok be
güzel abim. Tekrar beyaz sepetimle lahmacun turlarına başlayacağım. Yenikapı
odak noktası. Kemal’in Kahvesi kalmadı amma,tıkanan trafikte arabaların arasına girip,pencerelere
bağıracağım,su satan çucuklar misali:
“
Sıcak,sıcak lahmacun,Arapoğlu’nun bunlar…”
Nereden
nerelere geldim diye düşündü Mahir. Bir zamanlar Kemal’in kahvesinde yemyeşil
çimler üzerinde taksitle lahmacun satan Arapoğlu,şimdilerde,su satan çocuklarla
birlikte,e-5 karayolunda ve ileri demokrasi ortamında lüks arabaların camların
zorluyordu.
Arap
sürdürdü konuşmasını:
“Araoğlu’nun
dönüşü olacak bu. Bize yaramıyor ticaret,tüccar olmak.Namımız taksitle
lahmacuncu Arapoğlu’na çıkmış bir kere…”
Hüzünlendiler.
Ancak hüzün yakışıyordu eski iki dosta. Yıllar pek değiştirmemişti
Arapoğlu’nu.Yine esmer,kara-kuru kısa boylu,fıldır-fıldır gözlü( yıllar-yıllar
önce Mahir’in babası Hakim Hakkı Beyin bulduğu küçük Anadolu kasabasında
üçkağıtçı bir restoran sahibi vardı.Fıldırın Feridun derdik O fıldırlardan
değildi) Arapoğlu.
Konuşurken
bir bıldırcın cama tıkladı.Sonra yorgun ,pencerenin
geniş pervazına tünedi.Kısacık boynunu gayretle uzattı,içeri bakmaya başladı…
Gözünden
kaçmamıştı Arapoğlu’nun bıldırcının meyus bakışı:
“ Abi bıldırcın
hikayeni okudum BEDİA kitabında.Karadenizli değilim amma,bizim oralarda
bıldırcına benzer selvi kuşları vardır.Bıldırcınlar gibi yorulduklarında biat
ederler avcılara. Kısacık boyunları birden uzar ölüme karşı.Bıldırcınlar gibi yorgun
kuşlar selvi ağaçlarının yüksek dallarında dinlenirler.Bodur fındıklıklardan
daha güvenlidir sevi ağaçlarının uzun dalları.Avcılar lüks lambaları ile
alıkoyamazlar selvi kuşlarını,uzayan boyunlarından tutup,özel torbalar
koyamazlar.Ancak,tüfekler ve saçmalarla boyunlarından vururlar,kanatlarından
yaralarlar.Vurulan selvi kuşu yaralıdır.Ay ışığı,kovalayan insanlar,tuzsuz
rüzgar,kış güneşi,balıksız ve tuzlu deniz,baytar karga bakarlar yaralarına.Martıların
yarasına benzer yaraları.Ancak tuzsuz
rüzgar,balıksız deniz,kış güneşi,baytar karga
avcıların yanındadır.Onlar daha da derinleştirir yaralarını...Yalnızca ay
ışığı gelir bakar yaraya. Üzülür. Yapacak bir şeyi yoktur kovalayan insanlara
karşı…Katili avcıya hüzünlü gözlerle bakar selvi kuşu,adete ona acıyarak”
Bu arada
Arapoğlu’nun konuşmasına girdi ve tamamladı Mahir:
“Senin de o
lafın beni yaraladı şimdi Arap.Yaralı kuşun katil avcıya hüzünlü bakışı..Bizim
kuşağın cengaver ve Donkişotlarının apoletli militerlere baktığı gibi.
Denizlerin ,Mahirlerin, Sinanlar’ın...Deniz benden iki sınıf küçüktü Hukuk
Fakültesinde Arapoğlu…Biz o zamanların İşçi Partisinde kavga veriyorduk. Onlar
kısa yolcuydu.”Che..” diye selam verirdi bizlere ve dalgasını geçerdi. Merak etmeyin
devrimi yaptığımızda partiniz kapanmayacak.Bilemezdi ki ne kısa yol,ne orta yol
ne de uzun yol başarılı olmadı bu ülkede.Yeri gelmişken Nazım’ın bir şiiri
vardır okuyayım sana..Korkma başka şiir yok” O anda biryerlere gitti Mahir
farkında olmadan,yüzünü edir bir acı
kapladı hüzünle karışık…Birilerini hatırlamıştı kuşkusuz.Kimleri bilinmez. 60
yıllarda Yehikapı’da idi. Sesi de değişmişti:
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı,rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun,kardeşim.
Bir eğil,beş değil,yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktandan tuhaf.
Ve bu dünyada,bu zulüm senin sayende.
Ve açsak,yorgunsak,alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek içinüzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,—demeğe de dilim varmıyor ama—
kabahatın çoğu senin,canım kardeşim!
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı,rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun,kardeşim.
Bir eğil,beş değil,yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktandan tuhaf.
Ve bu dünyada,bu zulüm senin sayende.
Ve açsak,yorgunsak,alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek içinüzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,—demeğe de dilim varmıyor ama—
kabahatın çoğu senin,canım kardeşim!
Arapoğlu sürdürdü
konuşmasını:
“Deniz
birkaç kez gelmişti Yenikapıya..
Kemalinkahveye seninle hatırladım.Lahmacunumdan yemiştiniz”
“ Parasını
peşin ödemiştim Arap.. Lahmacun taksitlerini takan oldu mu hiç?”
“ Yok be
Abi.Bizim taksitlerden n’olacak.50 kuruş falandı o taksitler” Sonra şöyle bir düşündü.Başını
arkaya attı. Hafifçe gülümsedi:
“ Haa
hatırladım,sizler tanımazsınız belki. Saçları boyalı ,kasıntı bir tip gelirdi
ara-sıra.Bilmiş havalarda. Devre-mülk pazarlıyormuş. Kimsede para olmadığını
anlayanca gözükmedi ortalıkta. Sonra resmini gördüm gazetelerde Bankaları
dolandırmış..Yakalanmış. Sonra veririm diye masadakilere epey lahmacun ısmarlamıştı.. İsmi de
Babür Bey falan gibiydi. Tanıdın mı yoksa Abi” Mahir
hınzırca gülümsedi
“ Arap
bilirsin bizler büyük dolandırıcıları tanımayız” Gülüştüler.Sürdürdü
konuşmasını Arapoğlu,avcıların yaraladığı kuşları koruyan derneklerden birinin
yöneticisi gibiydi:
“ Elinde
dom-dom kurşunu pompalı tüfek,omzunda fişeklikler,ayağında tırtıllı kalın
bot,avcı değil de savaşta düşman askerini öldürecek mübarek.Bu adi avcılar hiç
Yenikapıya uğramamışlardır Mahir Abi.Senin Atilla İlhan şiirlerini
dinlememişlerdir.Tango Bıyık meyhanesinde kayalıkların üzerinde şarap içerek
Arapoğlu’ndan taksitle lahmacun almamışlardır.Can Paşa ile Mavro Yahya’nını
bilardo maçını seyretmemişlerdir.Bu yüzden vururlar kuşları”
Arapoğlunun
biraz soluklanması fırsat bilen Mahir:
“ Çay içermesin
Arap. Hazır demli. Hadi koy da ben de içeyim. Ahh bir de senin lahmacunlardan olsa şimdi.”
Çay faslından sonra devam etti kuşları
anlatmaya Arapoğlu:
“” İnmez
tepesinden selvi ağaçlarının yaralı kuş.Anlattım ya demincek,bıldırcın biat
eden kuştur. Yorgundur. Uzatır kısa boynunu direnmeden lüks lambalı avcıya.Oysa
sevi kuşu kolay teslim olmaz.” Arapoğlu’nun hararetli konuşmasını el kaldırarak
kesti bu kez Mahir.Öğretmenine soru
sormak isteyen öğrenci edasıyla:
“ Peki Yenikapıya
uğramaz mı bu kuşlar?”
“ Yok Mahir
abi,kuşlar bozkırlarda,açık denizlerde,okyanuslarda,ovalarda dolanır dururlar.Açık
denizlerde hiç kara yüzü görmeden uçanlar vardır. Albatroslar… Büyük kanatlı
kuşlar. Martılar onların yavrusu gibidir.Yorulanlar,Rusyadan Karadenize
uçanlar,tünerler fındık ağaçlarının diplerine.Bunlar senin bıldırcınların.Selvi
Kuşları da selvi ağaçlarının yüksek dallarına konar.. Ebabil kuşları
albatroslar gibi hiç inmezler yeryüzüne.Kuşlara aşinalığım taa memleketten.Oralarda
havalar sertleşyir,poyrazlar,lodoslar birbirini kovalarkan,günün birinde yani
teşrinlerin sonlarına doğru,ılık,hiç rüzgarsız,parça parça oynamayan
bulutlu,tasalı,sümbüli günlerde, o çığırtkan saka kuşu nerden bulursa
bulur,çocukları çağırtır,sonra gökyüzünde oynaşan isketeleri üzerlerine atar.Floryalara,ebabil
kuşlarına haber salar o günlerin Cumhuriyet İlkokulunun bahçesinde sek-sek oynayan
çocukları izletir. Çocuklar onlara selam gönderir veya el sallarlar.Seneler var
ki bizim oralara kuşlar gelmiyor artık. Bozkır ,ağaçlar,selviler,bodur
fındıklıklar,meşeler,köknarlar…harap edildiler AMV ve gökdelen mimarları
tarafından.Bu taş yığınında ne yapsın kuşlar…” Arapoğlu bir opera aryası söyler gibi heyecan içinde
idi:
“ Kuşları
boğdular, gökdelenleri ,AVM leri diktiler Mahir abi.Çimenleri söktüler,ağaçları
kestiler,yollar çamur içinde kaldı.Güzel Yehikapımızı,dostluklarımızı,yeşili
değiştirdiler.Gün gelecek gökyüzünde artık esmer lekeler göremeyeceğiz Mahir
Abi…Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceğiz.
Bizim için değil amma,çocuklar için çok kötü olacak.Kuşsuz bir dünyada n’apacaklar”
Arapoğlu
konuşuyor,konuşuyor,adeta uzun bir şiiri ezbere okuyordu. Hiç kesmedi Mahir:
“Ötücü
kuşlar ötüp dururken,Albatroslar okyunuslarda gemilerle yarışır.Yırtıcı kuşlar
sarp kayaları ve fırtınalı havaları severler.Dalgıç kuşları ,denizlerde
balıklara dalış yaparlar. En efendi kuşlar Martılardır.”
Hayretler
içindeydi Mahir,Arapoğlu’nun bu yanına tanık olmamıştı, Arapoğlu hızını alamıyor,dur-durak
bilmiyordu.Bıraksalar yeryüzündeki tüm kuşları sayacıktı. Yine de elini
şefkatle ve gülerek omzuna koydu.
“ Ya Kemal
Beyin kanaryası…”
Bu kez
birlikte gülmeye başladılar.Kemal Bey kanaryasını altın kafes içinde saklıyor,gözü gibi
bakıyor,Yenikapı’lı fırlamaların,özellikle
tiyatrocuların kanaryayı kaçırmamaları için gerekli önlemi almıştı. Neredeyse
kafesin başına koruma dikecekti.Tiyatrocuların kanaryayı Şekspirden sonnetler
okuyarak kaçırdıklarını,kafesin içine ağzı kırmızı boya ile boyanmış kü çük bir
kedi yavrusu koyduklarını aynı anda hatırladılar.Gözlerinden yaşlar gelene kadar
güldüler ,sonra derin bir hüzün kapladı ikiliyi.Çünkü büyük kaçışın başmimarı
Savaş hayatta değildi artık. O güzel insan da bembayz bir ata binerek gitmişti
diğerleri gibi.
“ Ne demişti
Arap,ertesi gün Kemal Bey bağırararak?”
Arapoğlu
hemen Kemal Bey oldu. İyi taklit yapardı.İki parmağını dudaklarına koyup Hitler
bıyığı yarattı.Eline de Hitler gibi
uzatıp bağırmaya başladı:
“ Bu
komunistlerin işi…”
Birden uzun
kanatlı bir kuş kanadı ile vurdu pencereye.Tanıdık bir kuş değildi. Arapoğlu
hemen farketti kentlerde pek görülmeyen göçebe-yabancı kuşu.
“ Ebabil
kuşu Abi…” dedi.” Bunlara soğangillerde denir.Kanatları ince uzun,tırnakları
sivri ve kuvvetlidir.Kırlangıçlara çok benzerler,ancak onlardan çok hızlı
uçarlar. Kabeyi yıkmaya gelen Ebhere ordusunu ayak ve paçalarındaki taşlarla
bozguna uğratmışlardır.Anaç kuşlardandır.Yere hiç inmezler.Havada uyurlar.Göyüzünde
uyuttukları yavruları uçup uçmayacağı veya açıp-açmayacağı belli olmayan çiçekler
gibidir.
Burada Mahir
yine uzadı Arapoğlu’na doğru.
“ Arap yeter
bu kuş muhabbeti, Bak sana bir kuş şiiri okuyayım Atilla İlhan’dan:
Yeşil bir
kuştum bir zamanlar
Yeşilse
biber yeşili
Şimşekli
göklende uçardım
Daima
rüzgarla ilgili…
Anlarsa
halimden kuşlar anlar
Artık uçamamaktan
kederli
Sıcak
denizlere bıraktığım
Umutsuzluktan
nerdeyse deli
Yeryüzünde
kuşları bir hiç sayanlar
Kuşlardan
bir fazlamıdırlar çok şüpheli
Eğilip
bakarım blutların arasından
Yer
benek-benek onlarla kirli..”
Arap hafifçe
kıırlmıştı sanki.Hiç konuşmadılar bir süre…
“ Hadi
eyvallah… dedi Arapoğlu
“Paraya
ihtiyacın varmı..” dedi Mahir”
“Benim
ihtiyacım Yenikapı Hikayeleri,eksik kalanları dönüşte anlatırım…”
Kendini
uzatmalarda hissetti Mahir.Kemalin kahvesini görür gibi oldu.Can Paşa,Cek
Yüksel,Dr. Yüksel,Dr. Münir,Dr. Yüksel aynı masadaydılar.Kemal Bey yukarıdan
onları gözlüyor,yapacakları fırlamaklılara karşı önlem düşünüyordu.Sonra Savaş
geldi.
“ Beyler
geçen gün eski bir film seyrettim Sinematekte. Bilirsiniz Hitckook ‘un kuşlar
filmi. Kuşların nasıl intikam aldığını anlatıyor. Geçen gece kafesten pıııır
layan kananya da Kemal Beyden intikam aldı herhal…”
Sora bir
şeyler anlattı. Herkes gülüyordu:
“ Araoğlu
herkese lahmacun. Para peşin. Taksit falan yok bu kez. Aristokrat Can Paşa
ödeyecek. Peşin…” diye ses verdi.
Mahir kapıya döndü,baktı bir süre. Arapoğlu
kaybolmuştu bir hayalet gibi. Geldiği gibi gitmişti. Gözpınarları büyüdü. Birkaç
damla yaş süzüldü..Biliyordu ki Araoğlu hiçbir zaman dönmeyecek…
Not: BABAM DÜŞÜYOR'ÜN SON HİKAYESİDİR...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder