20 Haziran 2015 Cumartesi


URLA’DAN YAŞAMA SEVİNCİ KARELERİ…

Gündem kabarık…Hele sevelim veya sevmeyelim büyük siyasetçi,laik,demokrat ve Cumhuriyetçi… Demirel’in vefatı ile daha da yoğunlaştı. Ancak politikaya bir türlü ısınamamam,rahmetli Demirel’e rağmen Urla yazısını erteleme olanağını kaldırdı.

Urla İzmir’e 50.km. uzağında şirin mi- şirin bir sahil kenti. Bendiniz gibi İstanbul’un boğduğu,kalabalıktan,abart ekzoslardan,Suriye’lilerden,trafikten,medyadan…ve magazin köşe yazarlarından bunalmış,yazar,şair,ressam, heykeltıraş…sanatçıların kapağı attığı ıssız  bir liman.Hele özel yaşantısında kumpasa uğramış ( bendeniz gibi evlilikte) kazık yemiş ahalinin nefes aldığı bir cennet köşesi. Hinderlantı çok geniş…  Bizim kuşağın en önemli ve değerli şairi   eski dostum Süreya Berfe’ye yakın olmak için Urla’ya 4-5 km. ötede ve sahilde Çeşmealtı’nı tercih ettim.O zaman diliminde Çeşme’de,Paris’den gelen yine bizim kuşağın  en iyi ressamı  Utku Varlık’a rastlamam ayrı bir sürpriz  oldu. Düşünebiliyor musunuz,gürültü,patırtı ,abart eksoz,magazin medyası,ukala TV muhabbetleri olmadan şiir, sanat muhabbetleri ve  musiki ..ile geçen bir hafta...Bir ömre bedel. Yaşadığım bu mutluluk ve yaşama sevinci  karelerini paylaşmak istiyorum okurlarımla:

Urla Sanat Sokağı…Uzun ince bir sokak.Güzel insanlar ve sağlı-sollu Paris' dekileri aratmayan, Café ler, kitapevleri, el-emekleri ürünlerinin sergilendiği minik tezgahlarla dolu..Kaldırımlarda-bizdeki pizzacı motorları yerine-genç ressam hanımların sanatsal tabloları.Emekli hanımların inanılmaz güzellikteki hediyelik eşyaları...Hele Keçi Café de yediğimiz enginarli, fesleğenli makarna Roma'da yok. Aile dostumuz Elvan'ın L'Ottomatik de içtiğimiz kumdan kahve anlatılır gibi değil, görmek ve yaşamak gerekir.

Sanki cennet sinemalarını yaşıyorum Sanat Sokağı’nda.. Veya Alice gibi harikalar diyarındayım. Hele değerli dostum Doğan Melek'in villasında keyifden eriyip giden dakikalar...Bilge otelde Orhan ile geçmiş zamanın izinde, bizlerin (68 kuşağının) insanın insanı kazıklamayı hiç düşünmediği- şimdilerde herkesin her an,her zaman düşündüğü- dostluk,sevgi seli,kardeşlik,muhabbetleri...En kısa sürede bu cennet mekana geri dönmek umuduyla, büyük Fransız  şair Baudelaire( Bodler) den bir şiir ile noktalıyoruz muhabbeti:

  "Bırak şehrin iğrenç kalabalığı gitsin

 Yedi kamçısını güzelliğin, sefil cumbüşler

Toplasın acı meyvesini nedametin

Sen gel derdim ver elini ,gel şöyle”

 Bizim kuşağın çook değerli ve ünlü; ressam ve şairiyle birlikte olmak ve nostalji yapmak büyük keyif Urla ve Çesme'de.Süreya Berfe ve Utku Varlık dostlarımın bir yazar olarak bendenizi de aralarına almaları ne lütuf. Yıllar - yıllar önce biz Hukuk Fakültesi kapılarında sürterken bu arkadaşlar Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar...Atilla Ilhan gibi devlerle Refik de kadeh tokuştururlar. ..Biz yeni yetmeleri aralarına almazlardi…

Urla ' nın hinderlantı çok geniş. En keyifli yeri de ÇEŞMEALTI.Hele anlamsız kaldırım asfaltlama (!) gürültüsü bitince...Azem Bey ve değerli eşinin işlettiği Café Mia da yemekler bir harika. Böylesine güzel bir sardalya yemedim bu güne dek.Çalısan Devrim'in hem isim hem de resim olarak DENİZ GEZMİŞ'e benzerliği inanılmaz. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. ..

 Urla şöyle cennet,böyle sessiz,İstanbul beni boğuyor artık deyu yazar cizerken; bir sabah henüz güneş yukselmeden inanılmaz bir gürültüye uyandım. Turistler dehşet içinde otelden fırladılar,deprem mi oluyor diye...Belediye bu mevsimde turistik caddenin güzelim karolarını değiştirip siyah asfalt döşüyor. Türk mantalitesi ve turizm anlayışının İstanbul'u Urla'si olmuyor demekki.Değerli Belediye Bşk. Sn.Sibel hanima duyurulur.İstanbul'un ahı mı tuttu yoksa?

Sadi'ye Urla ,Sanat Sokağında rastladım.10 yaşında falandı.Güzel etkinlikler arasında kemanı ile Brahms çalmak için zorlanıyordu.Tertemiz yüzlü,ünlü Amerikan artisti Edvard Norton’un kopyası adeta.Yaklaştım, önündeki kutuya bir onluk attım.Hemen popüler müziğe geçmek istedi.

“Hayır dedim. Brahms’a devam…Macar danslarını biliyormusun?”

İnanılmaz bir şekilde 5 nolu Macar dansını çalmaya başladı.Keyiften ölebilirdim.Biraz konuştuk. Yoksul bir aileden geliyordu...İmkanı olsa Konservatuar da okumayı çook istiyordu.Brahms kadar martıları da seviyordu,kuşlardan ve martılardan konuştuk bir süre. O anda düşündüm ki Bağdat Cd.sinde o yaşlarda görgüsüz zengin çocukları altlarında milyon dolarlık abart ekzoslu jeeplerle Kadikoy'ü gürültü kirliliğine boğuyorlarlar, hiçbir tepki almıyorlardı.

Ülkemiz karınlarını doyurmak için çello, keman, flüt çalan çocuklarla dolu idi...Magazin medyasi ve sarışin perçemli köşe yazarları neden ilgilenmiyordu bu sosyal yara ile.Ben kendi ufak karemde n'apabilirdim? Aslinda yapacak bir şey yoktu. Gözümde iki damla yaş belirdi.İstanbul'a hiiç dönmeden Urla sokaklarında kaybolmak istedim o an... Doğal olarak Çeşmealtı’nın müthiş mezeleleriyle keyif yaptığımız Adres Restoranda Süreya Berfe’nin son  kitabındaki o müthiş şiiriden söz-açmadan olmaz.Şiir okurken Sadi geldi gözlerimin önüne,ne diyebilirim yine yaşardı gözlerim. Şöyle:







AY IŞIĞI

Ne arıyor martının yarasında

Kovalayan insan ne arıyor

Tuzsuz rüzgar,kış güneşi,balıksız deniz,baytar karga…ne arıyor

Söylermisiniz  ne var

Ne gördünüz martının yarasında

Bilmem anlatabildim mi?

Münir Göker

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder