URLA’DAN YAŞAMA SEVİNCİ KARELERİ…
Gündem kabarık…Hele sevelim veya sevmeyelim büyük
siyasetçi,laik,demokrat ve Cumhuriyetçi… Demirel’in vefatı ile daha da
yoğunlaştı. Ancak politikaya bir türlü ısınamamam,rahmetli Demirel’e rağmen
Urla yazısını erteleme olanağını kaldırdı.
Urla İzmir’e 50.km. uzağında şirin mi- şirin bir sahil
kenti. Bendiniz gibi İstanbul’un boğduğu,kalabalıktan,abart
ekzoslardan,Suriye’lilerden,trafikten,medyadan…ve magazin köşe yazarlarından
bunalmış,yazar,şair,ressam, heykeltıraş…sanatçıların kapağı attığı ıssız bir liman.Hele özel yaşantısında kumpasa
uğramış ( bendeniz gibi evlilikte) kazık yemiş ahalinin nefes aldığı bir cennet
köşesi. Hinderlantı çok geniş… Bizim
kuşağın en önemli ve değerli şairi eski
dostum Süreya Berfe’ye yakın olmak için Urla’ya 4-5 km. ötede ve sahilde
Çeşmealtı’nı tercih ettim.O zaman diliminde Çeşme’de,Paris’den gelen yine bizim
kuşağın en iyi ressamı Utku Varlık’a rastlamam ayrı bir sürpriz oldu. Düşünebiliyor musunuz,gürültü,patırtı
,abart eksoz,magazin medyası,ukala TV muhabbetleri olmadan şiir, sanat
muhabbetleri ve musiki ..ile geçen bir
hafta...Bir ömre bedel. Yaşadığım bu mutluluk ve yaşama sevinci karelerini paylaşmak istiyorum okurlarımla:
Urla Sanat Sokağı…Uzun ince bir sokak.Güzel insanlar ve
sağlı-sollu Paris' dekileri aratmayan, Café ler, kitapevleri, el-emekleri
ürünlerinin sergilendiği minik tezgahlarla dolu..Kaldırımlarda-bizdeki pizzacı
motorları yerine-genç ressam hanımların sanatsal tabloları.Emekli hanımların
inanılmaz güzellikteki hediyelik eşyaları...Hele Keçi Café de yediğimiz
enginarli, fesleğenli makarna Roma'da yok. Aile dostumuz Elvan'ın L'Ottomatik
de içtiğimiz kumdan kahve anlatılır gibi değil, görmek ve yaşamak gerekir.
Sanki cennet sinemalarını yaşıyorum Sanat Sokağı’nda.. Veya
Alice gibi harikalar diyarındayım. Hele değerli dostum Doğan Melek'in
villasında keyifden eriyip giden dakikalar...Bilge otelde Orhan ile geçmiş
zamanın izinde, bizlerin (68 kuşağının) insanın insanı kazıklamayı hiç
düşünmediği- şimdilerde herkesin her an,her zaman düşündüğü- dostluk,sevgi
seli,kardeşlik,muhabbetleri...En kısa sürede bu cennet mekana geri dönmek
umuduyla, büyük Fransız şair Baudelaire(
Bodler) den bir şiir ile noktalıyoruz muhabbeti:
"Bırak şehrin
iğrenç kalabalığı gitsin
Yedi kamçısını
güzelliğin, sefil cumbüşler
Toplasın acı meyvesini nedametin
Sen gel derdim ver elini ,gel şöyle”
Bizim kuşağın çook
değerli ve ünlü; ressam ve şairiyle birlikte olmak ve nostalji yapmak büyük
keyif Urla ve Çesme'de.Süreya Berfe ve Utku Varlık dostlarımın bir yazar olarak
bendenizi de aralarına almaları ne lütuf. Yıllar - yıllar önce biz Hukuk
Fakültesi kapılarında sürterken bu arkadaşlar Cemal Süreya, Edip Cansever,
Turgut Uyar...Atilla Ilhan gibi devlerle Refik de kadeh tokuştururlar. ..Biz
yeni yetmeleri aralarına almazlardi…
Urla ' nın hinderlantı çok geniş. En keyifli yeri de
ÇEŞMEALTI.Hele anlamsız kaldırım asfaltlama (!) gürültüsü bitince...Azem Bey ve
değerli eşinin işlettiği Café Mia da yemekler bir harika. Böylesine güzel bir
sardalya yemedim bu güne dek.Çalısan Devrim'in hem isim hem de resim olarak
DENİZ GEZMİŞ'e benzerliği inanılmaz. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. ..
Urla şöyle
cennet,böyle sessiz,İstanbul beni boğuyor artık deyu yazar cizerken; bir sabah
henüz güneş yukselmeden inanılmaz bir gürültüye uyandım. Turistler dehşet
içinde otelden fırladılar,deprem mi oluyor diye...Belediye bu mevsimde turistik
caddenin güzelim karolarını değiştirip siyah asfalt döşüyor. Türk mantalitesi
ve turizm anlayışının İstanbul'u Urla'si olmuyor demekki.Değerli Belediye Bşk.
Sn.Sibel hanima duyurulur.İstanbul'un ahı mı tuttu yoksa?
Sadi'ye Urla ,Sanat Sokağında rastladım.10 yaşında
falandı.Güzel etkinlikler arasında kemanı ile Brahms çalmak için
zorlanıyordu.Tertemiz yüzlü,ünlü Amerikan artisti Edvard Norton’un kopyası
adeta.Yaklaştım, önündeki kutuya bir onluk attım.Hemen popüler müziğe geçmek
istedi.
“Hayır dedim. Brahms’a devam…Macar danslarını biliyormusun?”
İnanılmaz bir şekilde 5 nolu Macar dansını çalmaya
başladı.Keyiften ölebilirdim.Biraz konuştuk. Yoksul bir aileden
geliyordu...İmkanı olsa Konservatuar da okumayı çook istiyordu.Brahms kadar
martıları da seviyordu,kuşlardan ve martılardan konuştuk bir süre. O anda
düşündüm ki Bağdat Cd.sinde o yaşlarda görgüsüz zengin çocukları altlarında
milyon dolarlık abart ekzoslu jeeplerle Kadikoy'ü gürültü kirliliğine
boğuyorlarlar, hiçbir tepki almıyorlardı.
Ülkemiz karınlarını doyurmak için çello, keman, flüt çalan
çocuklarla dolu idi...Magazin medyasi ve sarışin perçemli köşe yazarları neden
ilgilenmiyordu bu sosyal yara ile.Ben kendi ufak karemde n'apabilirdim? Aslinda
yapacak bir şey yoktu. Gözümde iki damla yaş belirdi.İstanbul'a hiiç dönmeden
Urla sokaklarında kaybolmak istedim o an... Doğal olarak Çeşmealtı’nın müthiş
mezeleleriyle keyif yaptığımız Adres Restoranda Süreya Berfe’nin son kitabındaki o müthiş şiiriden söz-açmadan
olmaz.Şiir okurken Sadi geldi gözlerimin önüne,ne diyebilirim yine yaşardı
gözlerim. Şöyle:
AY IŞIĞI
Ne arıyor martının yarasında
Kovalayan insan ne arıyor
Tuzsuz rüzgarBalıksız deniz
Kış güneşi
Baytar karga ne arıyor...
Söyler misiniz ne var
Ne gördünüz martının yarasında





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder