AAH GÜZEL İSTANBUL...ÖLÜYOR MUSUN (!)
Gençliğimizin bir şarkısı vardı,Bebek sırtlarında, o güzelim İstanbul manzarasını temaşa ederek ve de sevgilimize Atilla İlhan'dan şiirler okuyarak:
" Ahh güzel İstanbul ,benim sevgili yarim..." şarkısını terennüm ederdik.1960 lı yılların sonuna doğru,herşeyiyle pırıl-pırıl bir İstanbul'u yaşayarak...Önce medyası,denizi,Kadıköy vapurlarında melon şapkalı lövantenler,BEDİA nın keman çaldığı Beykoz yalıları,Bağdat Cd.sinde tramvaylar ve köşkler...Kaliteli insan unsuru...Göçerlerin ve Suriyeli'lerin olmadığı taş çatlasa 2 milyoncuk İstanbul... Gökdelen ve AVM ne gezer...
Şimdilerde 19 küsur milyon nüfus.Bunların 150.000 inin
Suriyeli olduğu söyleniyor.İnşallan tevatürdür de içlerinde Işıde sempati duyanlar yoktur.Ayrıca
aşağıdaki nedenlerle İstanbul’da normal bir insanın sokağa çıkması bayağı zorlaştı.Hele bendeniz gibi,çabuk sinirlenen
Karadeniz etiği ve formatında bir emekli için. Şöyleki:
·
Özellikle
Bağdat Caddesinde – bunu hep yazıyorum ancak bir Allahın kulu ilgilenmiyor-
inanılmaz gürültü saçan,görgüsüz zengin çocuklarının altındaki lüks arabalar ve
motosikletlerin inanılmaz gürütüsü... Bunlara abart eksoz diyorlar. Cadde
üzerindeki bebeler gece-yarıları dehşet içinde yataklarından fırlıyor.
·
Kaldırımlarda
yürüyen pizzacı motorları. Peki nerede yürüyeceğiz
bizler diye düşünüyor normal insan.
·
İçinden
çıkılmaz hale gelen trafik.Kentsel dönüşümün devasa kamyonları ve TIR ları daha
da perişan hale getirdi trafiği.
·
Taksi
hegemonyası ve terörü. Özellikle 16.00-17.00 saatleri arasında İstanbul’da herhangi
bir semtin herhangi bir yerinde hastalansanız hastaneye varmadan yollarnda
ölürsünüz. Taksi yok çünkü. Ya kısa mesafeye almıyorlar, ya da taksi bulmak olanaksız. Hepsi dop-dolu.
·
Kırmızı
ışıkta el-ele geçen ahali… Doğal olarak bu durumda araçlarda bu dejenerasyona
uyarak,kırmızıda durmuyorlar. Karşıadan karşıya geçmek bir cambazlık.
·
Asıl
büyük tehlike yollarda ve kaldırımlarda dilenne Suriyeliler ve Beyoğlu’nun arka
sokaklarnıda Afrika göçerleri zenciler.Kısaca başımız bu göçerlerle belada.
Anadolu işşis göçerlere ek olarak Suriyeli ve Afrika göçerleri eklendi.
Sonra düşünüyorum da bu kent nasıl bu hale geldi. Sokağa çıkılamaz bir İstanbul yaşıyoruz. Bunun sorumlusu kim?
Atlı göçer yağma ile yaşardı. Bizde kendi İstanbul'umuzu yağmalıyoruz.Fakat bu Panait Istrati ve Maksim Gorki'nin ,baragan'ı veya bozkırı gibi değil.Göçerler kenti çirkinleştiriyor ve içine de kendimizi hapsediyoruz.
Bu
bağlamda bozkır göçerlerinin yağmalarıyla, atsız göçerlerin kent yağması
arasında fazla bir fark yok.Atlı göçerler fethettikleri toprakları yağma
ederler,halkını esir alırlardı. Kente göçen Anadolu haklıda kent toprağını
yağma mekanizmasını harekete geçirdi.Halkını esir almadı ama,halkın yaşamını
kent esaretine çevirdi.Buna kentleşmek ve hatta çağdaşlamak deniyor. Ne var ki
bu sadece bize özgü bir tanımlama. Bu
bir uygarlaşma dönüşümü de değil. İstanbul gecekondu boyutunda kalan
mahalleleriyle olduğu kadar sözde çağdaş AVM ve gökdelenleriyle bir mega
köy-kent görünümünde...
Bu
arada neredesiniz medyanın anlı- şanlı
köşe yazarları,çok satan gazetelerin sarışın perçemli magazin yazarları,TV
lerde sadece geyik yapan tarıtşmacılar. Biriniz de şu İstanbul’un
hali-pür-melalinden bahsetseniz ya(!)
O zaman dostlar; bize Baudelaire( Bodler) den bin mısra okumak kalıyor:
"Bırak şehrin iğrenç kalabalığı gitsin
Yesin güzelliğin kamçısını,sefil cümbüşler
Toplasın acı meyvesini,pişmanlığın
Sen gel derdim,ver elini...gel şöyle..."
Birde Orhan Veli'nin o ünlü şiirini Ustamız Can Yücel'den etkilenerek ve haddimiz olmayarak biraz değiştirelim dedik:
" İstanbul'u dinliyorum gözlerim faltaşı
Abart ekzos sesi geliyor caddelerden,
Küfürler,arabesk şarkılar laf atmalar
Yandaki inşaatın hiç bitmeyen gürültüleri...
İçim kararıyor kendiliğinden
İçim kararıyor kendiliğinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder